Yaşasın Adalet, Yaşasın Hukuk (2)
İlk yazımda “Yaşasın Adalet, Yaşasın Hukuk (1)“ başlığı altında; size İTÜ Birliği Derneğinin 2018 yılındaki genel kuruluna ilişkin açmış olduğum davadaki gelişmeleri anlatmaya başlamış, neden bu davayı açtığıma dair bilgi vermiştim. Bu yazımda 11 Eylül günü gerçekleştirilen duruşmaya dair bilgi vereceğim.
Öncelikle, belki dikkatle okuyanların aklından şu soru geçmiştir: “28 Mart 2018 tarihinde açılan bir davanın duruşması 11 Eylül 2020’ye kadar kalır mı?”
Bu davanın başından beri dernek başkanlığı koltuğunu hukuksuz bir genel kurul sonucunda işgal eden Şemsi Serap Çatalpınar ve Dernek avukatının çabası ve stratejisi işi uzatmak, usulden davayı kaybetmemize çalışmaktı, zaman kazanıp bir sonraki seçimle tekrar seçilmekti.
Yani Şemsi Serap Çatalpınar ya da avukatları asla iddialarımızı reddetmedi. Asla, “bu Genel Kurul hukuka uygun yapıldı, dava esastan reddedilmeli” demediler. Aslında hukuksuzluğu onlar da biliyorlar.
Olayları biraz anımsayalım:
25 Mart 2018’deki Genel Kuruldan sonra ben dava açacağımı açıkça beyan ettim. Benim gibi olaylardan rahatsız olan diğer aday, diğer üyelerle birlikte toplantılar düzenledik. Bu toplantılarda dava açacağımı açıkça söyledim. Ellerindeki tüm belge ve kanıtları bana iletmelerini talep ettim. Çok hızlı bir şekilde avukatımla birlikte dilekçeyi hazırladık ve davayı açtık. Diğer üye arkadaşların genel kurulda çektikleri video görüntülerini de kanıt olarak mahkemeye sunduk.
Bana göre Derneği hukuksuz bir şekilde işgal eden yeni yönetim ve başkanlık koltuğunu işgal eden Serap Çatalpınar savunmalarını yaptılar. Ancak savunmanın dayandığı tek bir nokta vardı. “Davacı genel kurulda muhalefet şerhi vermedi”
*** genel kurul gününe dönelim *** 25 Mart 2018
Genel kurula katılan her üyenin bileceği gibi ben açık ve net şekilde kürsüden muhalefet şerhimi ilan ettim, diğer başkan adayı Mehmet Duran ve arkadaşlarının hazırladığı bir önergeye imza atarak bu şerhi tekrarladım. Hatta konuşmamda neler söylediğimi de sizlere bir kez daha anımsatmak istiyorum. Bu konuşma; genel kuruldan bir gün önce derneğe üye yapılan 32 arkadaşımızın genel kurul hazırun listesine eklenmesine karşı muhalefet şerhi verilmesine dair gündem maddesinde gerçekleşmişti.
Bu konuşmada özetle; “genel kurul süresince duyduğuma göre, genel kurul tarihinden bir gün önce başkanın eşinin yönetici olduğu şirkette çalışan 32 kişinin derneğe üye yapılıp, genel kurula katıldığını, bunun hukuken ve etik olarak doğru olmadığını, bu arkadaşlarımızın İTÜ mezunuysa üye olarak aramızda olmalarından mutluluk duyacağımızı, ancak genel kurula bu şekilde katılmalarına karşı olduğumu” söyledim. “Bu dedikoduların eğer gerçek değilse Nurcan Çatalpınar için haksız ve çirkin bir iddia olduğunu, kendisine kürsüden bu iddiaları reddetmesi için davette bulunduğumu, bunun doğru olmadığını duymaktan mutluluk duyacağımı, ancak aksi takdirde hukuken dava açacağımı” ayrıca ekledim.
Divan Başkanı (ki bence tek amacı Serap Çatalpınar’ı başkan seçtirmekti) beni, bence bir İTÜ’lüye asla yakışmayacak bir tavırla kürsüden inmeye zorladı. Açıkçası yaşamım boyunca bu tür haksızlıklara karşı mücadele ettim. Kemalist devrimci biri olarak bu tür zorlamaları asla kabul etmedim; ancak divan başkanının yaşı, İTÜ’lü birisi olması, hemşerim olması, siyasi geçmişine olan saygım ve özellikle genel kurul salonunda bulunan sizleri üzmemek gibi nedenleri de göz önünde bulundurarak daha fazla uzatmadım.
Sonra ne oldu anımsıyor musunuz?
Nurcan Çatalpınar kürsüye geldi, “iddiaların doğru olmadığını (!), 32 kişinin değil 4 kişinin yöneticisi olduğu şirkette çalıştığını” söyledi. Daha sonra Serap Çatalpınar söz almadan her zaman yaptığı gibi mikrofonu kaptı ve eğer fark 32’den az çıkarsa istifa edeceğini söyledi.
Fark kaçtı? ÜÇ!
İşte yüz yıllık derneği bugün yönetenler bunlar… Eşi kalkıyor, “iddialar doğru değil otuz iki değil, dört” diyor, sanki çok normalmiş gibi. Kendisi “fark otuz ikiden az çıkarsa istifa ederim” diyor, fark otuz ikiden az, hatta dörtten de az çıkıyor, ancak bizim başkan, zerre kadar utanmadan, sıkılmadan, pişkin pişkin hukuksuz şekilde ele geçirdiği koltuğa oturuyor.
*** dönelim davaya ***
28 Mart 2018 tarihinde dava açıldıktan bir ay sonra dernek savunması elimize geçince gördük ki, genel kurul tutanaklarında benim adım sanım geçmiyor. Genel Kurul tutanakları yazılı metin olarak (el yazısı yok, oysa orijinalleri el yazısıyla tutulmuştu) mahkemeye sunulmuş, sanki ben orada yok muşum. Otuz iki kişiyle ilgili bir tartışma hiç olmamış. Muhalefet şerhi yazılı ve imzalı olan eklerde yok. Her genel kurulumuzda ses ve görüntü kaydı yapılır, hatta 4’ncü katta düzenlenen her Cumartesi söyleşisinde yapılır. Bu genel kurulda çekilen ses ve görüntü kayıtları yok, tutanaklara eklenmemiş.
Neden sayın üye?
Sevgili İTÜ’lü okuldaşım işte bizi bu Serap Çatalpınar yönetiyor. Ben STK’larda, devlette üst düzeyde, uluslararası kurumlarda yöneticilik yaptım, böyle bir pişkinlik görmedim. Tam günümüz Türkiye’sindeki adalet ve yönetim anlayışına uygun bir başkan!
Şimdi isterim ki, sizler arayın başkanı sorun: “Sayın başkan neden tüm tutanakları mahkemeye sunmadınız? Nerede ses ve görüntü kayıtları?”, yanıtını benle paylaşırsanız sevinirim.
Hatta, keşke Çatalpınar yarın websitesine görüntü kayıtlarını ve ses kayıtlarını koysa, beni yalancı duruma düşürse. Ben de buradan özür dilesem kendisinden.
Her neyse, bizim ve karşı tarafın tanıkları vardı dava dosyasında. Davalı tarafın temel savunması “Davacı genel kurulda dava konusu iddialarına ilişkin muhalefet şerhi vermedi” şeklindeydi. Bizim iddialarımızı geçen yazımda belirtmiştim, özetle;
-
- otuz iki kişi genel kurul tarihinden bir gün önce üye olarak kaydedildi
- Toplantıya gelen üyelerin genel kurul hazırun listesine imzası alınırken kimlik kontrolü yapılmadı (tanık beyanları talep edildi)
- Oy pusulaları üyelere kimlik kontrolüyle verilmedi (tanık beyanları talep edildi)
- Gizli oy kullanmak için kabin yoktu (video görüntüleri mahkemeye sunuldu, tanık beyanları talep edildi)
- Oy sandıklarına oy atılırken kimlik kontrolü yapılmadı (tanık beyanları talep edildi)
- Başkan ve ekibi tarafından insanlara oy pusulaları götürülerek zarf içerisinde servis edildi (video görüntüleri mevcut, tanık beyanları talep edildi)
- Mali raporlar genel kurula tam olarak sunulmadı
2018 yılında mahkeme bir bilirkişi atadı. Bu bilirkişi aylar süren bir incelemeden sonra bir bilirkişi raporu verdi. Ne suya ne sabuna dokunan bir bilirkişi raporu. Hakim değişti, duruşmalar ertelendi, ülkemizde maalesef adalet sistemi çok yavaş ilerliyor, 2019 Aralık ayına kadar bir ilerleme olmadı, tanıklarımız dinlenmedi. 14 Şubat 2020’de yapılan duruşmada biz tanıkların dinlenmesini ısrarla talep ettik. O duruşmada; ben “Genel Kurulda muhalefet şerhi verdiğimi, ancak Divan Başkanı ve Divanın hem yazılı hem de sözlü muhalefetimi tutanaklara yansıtmadığını” belirttim. Davalının tek savunmasının bu olduğunu bunun da doğru olmadığını mahkemenin tanıkları dinlemesini talep ettik. Mahkeme nihayet tanıkların dinlenmesi için 24 Nisan 2020’ye duruşma günü belirledi.
Ancak yaşanan pandemi, COVID19 nedeniyle bu kez duruşma 11 Eylül’e kaldı.
11 Eylül Duruşma günü:
Duruşmaya karşı tarafın tanıkları olarak; İdris Yamantürk, Barbaros Hayrettin Muradoğlu, bizim tarafımızdan da Remzi Gedikoğlu katıldı.
Ne oldu dersiniz?
Bizi izlemeye devam ediniz…
Ali Nihat YAZICI
Elektronik ve Haberleşme Mühendisi (481.5)